''Sırat'' yokuşundayım. Bayır yukarı. Vakit gece. Uzun zaman oldu buralara gelmeyeli. Bir ay mı? Üç ay mı? Daha mı fazla? Bilmiyorum. Sadece uzun zaman oldu. Kadrajımda gecekondu silüetleri var. Gecenin içine alabildiğine uzanan... Tek sıra halinde. Ay tam tepede, pastanın üzerindeki mum gibi özenle yerleştirilmiş. Karıncalanma hissi ayak uçlarımdan saç diplerime kadar uzanıyor. Baykuşların ötüşü, köpeklerin ulumalarını bastırmaya başlıyor. Yaklaştığımı anlıyorum. Birazdan sıvası dökük, bok rengi bir  lokantaya çıkacak yolum. Kabil'in mekanı.  Topal Kabil. Yaşlı Kabil. Kirli sakallı, omuzları çökük Kabil. Pis Kabil. Aciz Kabil. Tanımlayabildiğim sözcükler bunlarla sınırlı.  Mekanı için de fazlası değil. Lokantadan çok kıraathaneyi andırıyor mekan.  Cıgara dumanı, kumar, çay, kahve... Tek farkı arada bir çorba pişirir Kabil.  ''Tarhana''. Adımlarımı sıklaştırıyorum. Sıcak bir çorba midem için iyi olabilir. Sıcak bir çay da olur, farketmez. Sıcak bir şeyler olsun yeter. Kusmak üzereyim.Biraz sonra migren gibi göz hizama yerleşiyor Kabil'in mekanı. Işıklar açık, bu güzel. Kusmak üzereyim. Bodoslama dalıyorum içeri. Beyaz ışık gözlerime batıyor. Koşar adım arka taraftaki lavaboya gidiyorum. Klozet kapağını kaldırmama gerek yok, kapağı bile yok. Kusuyorum. Hastalıklı bir köpek gibi. Buz gibi suyu yüzüme çarpıyorum. Nefes alabildiğimi hissedene kadar. Aynaya bakmamaya gayret ediyorum. Son günlerde pek beceremedim bunu. Henüz hazır değilim, cesaretim yok. Lokantaya geri dönüyorum. Kabil, ücra köşelerdeki masalardan birine oturmuş, bulmaca çözüyor. Masadaki çay bardağına ilişiyor gözüm. Yarısı içilmiş. Bu güzel, sıcak bir şeyler var. Başını bile kaldırmaya tenezzül etmiyor ihtiyar Kabil. Sessizliği bozacak kelimeleri arıyorum. Bulamıyorum. Her zamanki gibi ilk konuşan o oluyor.

--------  Kustun di mi?
_____   Yok ya... İşedim.
--------  Siktir!

Masaya gidiyorum. Karşısına oturuyorum. Hala yüzüme bakmıyor. Bir an şöyle bir süzüyorum onu. Görmeyeli saçları daha da seyrelmiş. Kulaklarının kepçesi ortaya çıkmış. Burnu büyümüş. Bu kadar süzüyorum. Yetiyor. Titrek elleriyle çayından bir yudum daha alıyor. Dilini şapırdatarak soruyor.

-------- İnsanın kendisiyle yüzleştiği, soğuk bir yer? Sekiz harfli.
______  Karanlık.
---------  Değil...  Cehennem.
______  Dayı tarhana kaldı mı?
---------   ...
______  Çay var ama heralde.

______  Tamam ben alırım.

Ocağa gidiyorum. Kireçli çayı akıtıyorum ince belliye. Duvardaki saate ilişiyor gözüm. Gecenin üçü. Çaydan koca bir yudum alıyorum. Mideme şelale gibi akıyor sıcaklık. Bir an koşup pis moruğa sarılmak geliyor içimden. Kelimelerimi tartıyorum. Faydasız. Bu dünya üzerinde beni anlayabilecek tek insanın altmış yaşlarında yitik bir ihtiyar olduğunu düşününce kendime acıyorum. Ağır adımlarla geri dönüyorum masaya. Kelimelerimi tartıyorum. Faydasız. Yüzüme bakıyor şimdi. Ölü bir domuza bakar gibi bakıyor. Acıdan ziyade ekşi bir ifadeyle.
-------  Bıyık bırakmışsın.
_____  Senin de kamburun çıkmış.
-------  Üflüyo musun lan hala?
_____  Sen de hala çöplükten artıklarla besleniyosun di mi?
-------  Harman kalmışsın belli. Kuduz köpekten farkın yok.
_____  Sen de köpek gibi açsın. Ağzının kokusu bütün mahalleyi sarmış.
-------  Ulan iradesiz piçin tekisin be! Kendi mutluluğun için eşini dostunu sattın zamanında.
_____  Sen ne yaptın ! Sırf kıskançlık yüzünden öz kardeşini öldürmedin m? Katilsin be!
-------  Siktir lan!
_____  Çay bok gibi dayı, ellerine sağlık...  Özlemişim.
-------  Sigara var mı lan yanında? Yak birer tane de tüttürelim.
İki dal çıkarıyorum. Dudaklarıma yerleştirip yakıyorum. Birini ona uzatıyorum. Sığ bir nefes çekip öksürmeye başlıyor. Bütün dumanı yüzüme tükürüyor.
--------   Sen nasıl doktor çocuğusun lan. Doktor çocuğu sigara mı içer!
_____   Babam da içermiş. Ben doğduğumda bırakmış.
-------   Sen ne zaman bırakıcan?
_____   Öldüğümde.
-------  Bak... bak... Senin contalar yanmış harbiden. Sen bi elli kağıt ateş et. Zulamda olacaktı bir şeyler, ben bakayım.
_____  Yok dayı.
-------  Geçen geldiğinde içmiştik hani beraber, hatırladın mı? İki kapak... Sonra Yeni Zelanda... Yeşille mavinin birleştiği çizgide süzülmüştük. Lan harbi ne kafaydı be. Yağmur yüzümüzü kırbaçlamıştı. Hatırladın di mi? Caravaggio tabloları gibiydi anasını satayım.
_____  Gerek yok dayı, bu gece bir yere uçmuyorum. Burdayım.
-------  Sen üflemediğin zaman çekilmiyosun he. Dur ben senin kafanı bi ufak kırıyım.
_____  Dayı...
-------  Tamam lan ne çıkarsa ateş et işte, yapıcam sana güzellik.
_____  DAYI! ... Tamam yeter, otur yerine. Bu gece mevzu farklı... Sadece konuşmak için burdayım.

Gözlerini kısıyor. Tedirgin olduğunu biliyorum. Her şey olması gerektiği gibiydi en başta. Her zamanki gibi lokantaya girer girmez lavaboya gidip kusmuştum. Sonra ilk konuşan o olmuştu yine. Tarhana yine bitmişti ama kireçli çay vardı. Her zamanki gibi atışmıştık. Eskileri böyle yad ederdik. Ama final olması gerektiği gibi olmamıştı. Bu gece dumanlanmak yoktu. Başka memleketlere uçmak yoktu. Her zamanki gibi değildi. Ters giden bir şeyler olduğunu anlamıştı. Bu gece iki sefil serseri gibi değil de sağlıklı düşünen iki insan gibi konuşmamız gerektiğini anlamıştı. Buraların deyimiyle, ''mevzu çetrefilliydi''. Bu defa endişeyle süzdü beni baştan aşağı. Dudaklarını büktü. Elleriyle kafasının tepesinde kalan birkaç tel saçı taradı. Masadaki çay bardaklarını aldı. Bunu çok yavaş yaptı. Düşünüyordu. Kelimelerini tartıyordu. Faydasız. Arkasını dönüp çayları tazelemek üzere ocağa gitti.
Bakışlarımı camdan dışarı çeviriyorum. Gökyüzü açık, yıldızlar belirgin. Tam karşıda heybetli bir çınar var. Arnavut Selim'in infaz edildiği yer. Mahallenin torbacısı, esrarkeşi...  Sırtını çınara dayamıştı son nefesini verirken. Lokantadan izlemiştik. Onun yattığı yerde bir köpek duruyor şimdi. Kurt kırması. Dili dışarda, toprağı kokluyor. Kendi etrafında bir tur dönüyor. Sonra lokantaya çeviriyor başını. Bakışlarımız kesişiyor. Filmlerde olduğu gibi, esas oğlanla esas kız göz göze gelirler. Bu da öyle bir an. Ama ben bir köpekle kesişiyorum. Bütün hayatımı özetliyor bu an. Bir köpek gibi yaşadım, bir köpek gibi öleceğim.
İhtiyar elinde çaylarla geri dönüyor. Karşımdaki yerini alıyor. Hala hazır değilim, bunun farkında. Ama beni nasıl konuşturacağını iyi biliyor. İki dal daha çıkarıp yakıyorum. Bu defa derin bir nefes çekiyor.
-------  Senin tayfa ne alemde ?
_____  Dağıldık dayı. Artık görüşmüyoruz. Baykal'ın bi hatun vardı ya hani... Rapunzel. Geçen haberini aldım, evlenmişler. Topuklarına kadar uzanıyomuş artık saçları.
--------   Onur ne yaptı?
______  O çalgıcı tayfasına katıldı. Ülke ülke dolaşıyolar şimdi. En son New York metrosunda çalmışlar.
--------  Darbukada üstüne tanımazdım zaten. Bi de iyi muşul yapardı. Ee... Martin? Feryat?
______   Martin kuzeye kaçtı, yazmak için. Ancak on dört sayfa yazabilmiş, tıkanmış. Bu kadar konuştuk. Feryat'ı biliyosun. Teknede yaşamak istiyodu zaten. Sonunda gitti, yerleşti Kuşadası'na.
--------  Bi çocuk daha vardı. Esmer, zayıf... Heh, Mustafa?
_____  O öldü dayı. Vasiyetinde yazmış, beni Ege'ye gömün diye. Dediği gibi yaptık, mezarı orda şimdi. Denize nazır...
--------  Kaçış yok tabi, her yolun sonu oraya çıkıyo...  Sen nerelerdeydin?
______  Ben kayıptım dayı. Birinin peşindeydim uzun zamandır. Ne kadar oldu bilmiyorum.
Sonunda anlatıyorum. Her zamanki gibi dilimdeki sözcükleri çalmayı başarıyor. Artık kelimelerimi tartmıyorum. Faydasız olduğunu biliyorum. Bir nefes daha alıyorum, bir yudum daha...
______  Önce İtalya ve İspanya... Sonrasında Tayland, Çin, Suriye ve İran... Sonra Mısır. Son olarak da Hindistan. Ama onu bulduğum yer Himalayalar. '' Seninle gelebilir miyim ? '' dedim. ''Olur'' dedi.
--------  Nasıl biri?
______  Beyaz.
--------  Deniz kabuğu gibi mi?
______  Daha çok flora beyazı gibi. Yüzüne uzun süre baktığımda hafif bir mavilik çarpardı gözüme. Gecenin karasında bile belli olurdu. Gündüzleri hiç konuşmazdı. Yüzünü de pek görmezdim. Önümden yürürdü. Çok nadir bakardı arkasına. Gece çökünce anlatır dururdu, susmazdı. Ay'dan bahsederdi. Gittiğimiz bütün o ülkelerde Ay'a olan aşkını anlattı durdu. Dinlemekten hiç sıkılmazdım. Bir de saçları uzardı. Her gece biraz daha... ''Farkında mı acaba?'' diye düşünürdüm. Bir gün sordum. ''Biliyorum.'' dedi. Ay'la ilgisi olduğundan bahsetti. Bir hikaye anlattı. Anlamadım ama dinledim. Onu dinlerken dünyanın en mutlu insanı oluyordum.
-------  Sonra ne oldu? Gitti mi?
_____  Benimle İngiltere'ye gelmesi için ısrar etmiştim. ''Orada yaşayalım'' demiştim. Yorgundum. Sürekli seyahat etmek, bir yere ait olmamak yormuştu. Hindistan'daydık o zaman. Mutluydu. Saçları uzundu, bu onu mutlu ediyordu. Bir yere ait olmayı sevmediğini söylemişti. ''İngiltere yağmurlu'' demişti. Saçlarının yağmuru sevmediğini anlattı.  Uzun uzun anlattı. ''Yağmur beni üzüyor'' dedi. Onu dinlerken mutluydum, sonuna kadar dinledim. Sonra gitti.
-------  Sen nasıl doktor çocuğusun lan. Doktor çocuğu aşık mı olur!
_____  Kimse kalmadı. Herkes gitti. Konuşabileceğim bi sen vardın.
-------  ...
_____  Neyse dayı, çay için sağol.
-------  Otur lan yerine, otur.
Oturdum. Ortama sessizlik hakimdi. Bakışlarını yüzüme kenetlemişti. Utanmıştım, camdan dışarı baktım. Hafif bir yağmur çiseliyordu. Köpek gitmişti. Damlaların hızlanmasını, camı delip geçmesini, beynime girmesini diledim. Oracıkta, öylece ölmeyi diledim. Birine anlatmıştım sonunda. O biri, ihtiyar Kabil...  Beni anlayabilen tek insan... Yitik, aciz Kabil...Kardeşini kafasına vura vura öldüren Kabil. İstesem beni de öldürür müydü acaba? Hikayemi anlatmıştım artık, huzurluydum. Tek ihtiyacım olan, ölmekti.
------  Benim de anlatacaklarım var, sonra gidersin.
Yüzüne baktım. Sakindi. Gözlerini masaya devirdi. Boş bakıyordu. Çayları tazelemek için kalktım. Döndüğümde iki dal ateşlemişti, birini bana verdi. Derin bir nefes çektim, usulca tavana üfledim.
------   Sen kayıplardaydın. Senin tayfa da öyle... Üç kış evveldi... Buralara bi salgın uğradı. Lanet gibi çöktü anasını satayım. Sodom ve Gomore'da taş üstünde taş bırakmayan melekler gibiydi. Ortalık hastalıktan kırılıyodu ilk zamanlar, köpekler bile. Sonra ölümler başladı. Acı içinde ölmeye başladı herkes, kanlar içinde. Ellerini açıp Allah'a yalvararak... Kan kusanları gördüm. Ellerinde bağırsaklarıyla ağlayanları... Beyni balon gibi şişenler vardı. Çektikleri acıdan, kafalarını duvarlara vura vura patlattılar. Hepsini gördüm. Bütün o sefil, aciz ölümleri. Burada, lokantanın camından izledim. İnsanlar vahşileşmeye başlamışlardı. Birbirlerine saldırdılar, tecavüz ettiler, kestiler, öldürdüler... hatta yediler bile...  Kan gövdeyi götürüyordu. Arkada bir kapı var, lokantanın bodrumuna açılan. Geceleri orda saklandım. Bir sabah dış kapıyı birinin yumrukladığını duydum. Ölümün geldiğini düşündüm, sonunda gelmişti. Kafamı bodrumdan çıkardım. Kapıda çıplak bir kız vardı, anadan doğma... Siyah saçları perde gibi yüzünü örtmüştü. En fazla yirmi bir - yirmi iki yaşlarındaydı. İçeri aldım. Üşümüştü, çorba ısıttım... Tarhana. İçti. Ama konuşmadı. Tek kelime etmedi. Üzerine verebilecek tek şey üzerimdeki paltoydu. Vücuduna sardım. Bodruma indirdim. Sorular sordum. Adını, yaşını, ailesini... Konuşmadı. Bir şey daha vardı... Hamileydi... Karnı balon gibiydi. Fazla değil, birkaç gece dayanabildi. Bir gece çığlıklar içinde kusmaya başladı... Kan. Rahmi şişmeye, açılmaya başlamıştı. Bebek geliyordu. Ne yapacağımı bilemedim. Kız artık yarı ölüydü. Çırpındı, debelendi, haykırdı... öldü. Karnını kestim, bebeği çıkardım. Kan revan içinde... çığlıklar içinde... ellerime aldım. Ufak yumruklarını sakalıma savurdu, yanaklarımda gezdirdi. Onu yaşatmak istedim. Büyütmek istedim. Okula gönderebilmek, babası olduğumu söyleyebilmek... Annesinin nasıl güçlü bir kadın olduğunu anlatabilmek... Beceremedim. O da öldü... Benim için yaşam devam etti. Salgın devam etti. Ölmek istedim, olmadı. Üstünden bir kış geçti. Olmadı, ölmedim. Sonra bir kış daha... Salgın bitti. Yaşam devam etti.
Çayıma hiç dokunmamıştım. Sigara da küllükte yanıp gitmişti. Gözlerimi ihtiyarın yüzünden alıp masaya devirmek istedim, olmadı. Cesaret edemedim. O kadar doğal anlatmıştı ki... yumruk gibi... çatır çatır... Hala boş bakıyordu. Ağlamam gerekti. Evet, tam şu anda. Ağlamalıydım. Ona üzüldüğümü göstermeliydim. Yanında olamadığım için pişmanlığımı.. Ağlamalıydım. Ona acıdığımı görmeliydi. Yüz kaslarımı sıktım, dişlerimi sıktım. Olmadı, yapamadım. Ağlamayı bile beceremedim. Başım dönmeye başladı, mideme acı bir kramp saplandı, dudaklarım kurudu. Kusmalıydım. Ayağa kalktım, lavaboya koştum. Midem büzüşene kadar kustum. Gözlerim yuvalarından çıkana kadar. Soğuk suyu yüzüme çarptım, defalarca. Bu defa tüm cesaretimi toplayıp aynaya baktım. Karşımdakini tanımakta zorlandım. Aslında çoktan ölmüş olduğumun farkına vardım. Daha fazla dayanamadım. İçeri geri döndüm. İhtiyar yerinde yoktu. Masada dumanı tüten bir kase vardı. Ağır adımlarla masaya oturdum. ''Tarhana''. Yanında paslı bir kaşık... Camdan dışarı baktım. Yağmur dinmişti. Ayın altında görkemle ışıldayan çınar... Altında bir silüet. Kambur, bir bacağı kısa... Yanında kurt kırması. Bir elini havaya kaldırdı. Selamına elimi cama dayayarak karşılık verdim. Arkasını döndü, köpekle yan yana, yokuş aşağı yürümeye başladılar. Topal Kabil... Yaşlı Kabil... Pis Kabil... Aciz Kabil. Çorbaya çevirdim yüzümü. Buharı yüzümü ıslattı. Bir kaşık aldım. Önce dilim, damağım ısındı. Sonra göğsüm... midem. Yaşadığımı hissettim. Bir kaşık daha... Gözlerim yanmaya başladı. Yaşlar kendiliğinden, zorlanmadan döküldüler. Çorbaya karıştılar. İçmeye devam ettim. Biraz gözyaşı... biraz tarhana. Gözbebeklerimin beyazı kızıla dönene kadar ağladım. Midem sıcaktan kavrulana kadar içtim. Ağladım... içtim... İhtiyar da gitmişti. Herkes gibi onun da gitmesi gerekti. Nedeni önemli değil.
 Şafak sökene kadar oturdum. Gözlerim kuruyana kadar. Son bir sigara daha içtim. Gece yaşananlar hayal gibiydi şimdi, rüya gibi... Yaşam devam ediyordu. Ölmemiştim. Gitmem gerektiğini biliyordum. Ben de gitmeliydim. İngiltere... farketmez... Yeni Zelanda 'da olur. Kapıyı açıp dışarı çıktım. Ayaz bütün vücuduma işledi. Baykuşların ötüşü yerini köpek ulumalarına bırakmıştı. Ellerimi polarımın ceplerine soktum. Yokuş aşağı yürümeye başladım. ''Sırat'' yokuşundan aşağı.



                                                                                konuk yazar - ekin gökgöz



0 yorum:

Yorum Gönder