Midnight in Taksim


  Taksim’de çalışmanın verdiği yükümlülükle iş çıkışı bir şeyler içer, eğleniriz diye düşünüldü. İş biter bitmez bir yerlere gitme fikri peyda olmuştu akıllara. Aslında herkes eve gitmek istiyordu ama içimizde de bi zorunluluk vardı. Kimse işe konsantre olamamış, çıkışta nereye gideceğini düşünmüştü. Eminim. Ben öyle yapmadım da yapan bi arkadaş anlattı. Herkes daha önce gittiği damsız da içeri girilebilen yerleri aklında geçiriyordu bi yandan da kız düşürme peşindeydi. Hani olmayacağını biliyorduk ama yine de umut iyidi. Daha önce 1 sene İstanbul’da geçirdiğim için herkes benden müthiş bir öneri bekliyordu. Beklentileri kırmamak için tüm gücümü zorladım ve sanırım ben Ispanak’tan başka mekan bilmiyordum. Orası da bizimkilerin beklentileri karşılamaz düşüncesindeydim. Bana sorarlarsa nereye gidelim diye “ben bi yer biliyorum ama hani öyle çok şey de değil, biraz, böyle, hani, bazen,elbet bir gün,ilkbahar,yaz,sonbahar,temmuz,endülüjans…” gibi anlamsız kelimeleri art ardan sıralayıp sıramı savacaktım. Düşünceme göre kimsenin de önereceği bir yer yoktu zaten herkes birbirine güveniyordu, kasmaya gerek yoktu. Düşünceme göre İstiklal’i mütemadiyen yürüyüp aşındırdıktan sonra ayaklarımız ağrıdığı için mecburiyetten en ucuz bira satan yere oturacaktık. Sonra da “Abi aslında bira sulu olduğu için ucuz.” “ Tadı bozuk ya.” “Beş tane içsem etki etmez bana şimdi bu”,”Bi keresinde biz bi içtik abi…” gibi gereksiz anılar ve geyikler yapacaktık. Ki öyle de oldu. Aslında tam da öyle olmadı.

 Altıncı ya da yedinci seferimizdi bu Tünel’den İstiklal’e. Tünelde bi yer olmadığını biliyorduk ama ısrarla Kızılkayalar’dan Tünel’e kadar yürüyüp mekan bakıyorduk ki ara sokakları karıştırmıyorum bile. Hiçbir yer bulamamıştık. “Ulan İstanbul’dasınız orada bile mekan bulamıyorsanız yuh size “diyeceksiniz de… Harbiden yuh bize bulamadık işte. İşimiz saat bire gelirken bitti, saat üçü geçerken biz hala İstiklal’i arşınlıyorduk. Tabii bu zamana kadar boş durmadık. Birkaç talihsiz mekana girme çalışmalarımız olmadı değil ama olmadı işte. Almadılar bizi içeri. Damsız girilmez nedir arkadaşım? Bi çeki düzen verin kendinize doğru konuşun, kadınları böyle dam falan diye nitelendiremezsiniz diye kendi kendime fevrice çıkıştım. Fevri çıkışanları sevmem aslında, arada ben de fevri çıkışıyorum o aralar kendimi de sevmiyorum zaten. Önce sakin olmam lazım. Neyse biz tam “Dam nedir?”, “Zaten sevgilim olsa cluba mı giderim?”, “Ben yanımdaki kızı sokmam zaten öyle yerlere.”gibi konulardan muhabbet rotamızı “Lan Borusan’da da iyi para var.” “Adamlar parayı sanata da harcıyor helal olsun.”a çevirmişken Borusan’ın önünde kavga eden iki çifte rastladık. Anlaşılana göre bu kişiler bir ara çiftti. Hani teki kaybolmuş bilekten çoraplar gibi. Şu an çamaşır makinesinden çıktıktan sonra birbirlerini bulamayacak,  bir daha iç içe geçmeyecek ve tertemiz hayatlarını başka ayaklarda sürdürme seviyesine çoktan girmişti. Böyle kavgalara son zamanlar çok rastlamaya başlamıştım. Hatta bi keresinde adam kadın konuşurken suratına tükürmüştü. Evet ya bildiğin beyaz baloncuklu taneydi adamın ağzından çıkan başka bir şey olamazdı. Görmüştüm, Yemin ederim. Beş liralık gibi yapıştırdı kadının alnına, kadın hiç bozuntuya vermeden konuşmasına devam etti. Ben olsam kalkar giderdim.
Kız resmen adamı görmek istediğini neden ondan kaçtığını soruyordu. Kaçılır mı lan bu kızdan diye adama fevri çıkışasım geldi ama ben fevri çıkışanları sevmediğimden kendime de gıcık gitmemek için yapmadım bunu. Adam da kestane, gürgen, palamut altı yaprak üstü bulut gibiydi. Hani üç kişiydik her türlü döverdik de... Kız arkadaşının yanında rencide etmeye gerek yoktu.

  Kız adama hesap soruyordu, adam da boş gözlerle kadına bakıyordu. Belli ki bi cevabı yoktu ve cevap arıyordu kendine. Kız saydırdıkça saydırıyordu. Adamın altta kalmaması lazımdı anlıyorduk. Bi ara adamla göz göze geldik. Yardım edin bana dercesine baktı göz bebeklerime. Elimizdeki çantaların içinde kamera olduğunu anlamıştı sanki. Kameraları falan görünce kalpli geçiş yapılan videolardan çektirecek sandım. Tırstım. Şimdi montajıyla falan uğraşılmaz diye düşündüm.  Tamam, çekerdik de şimdi kalpli geçiş bana ters. Tam bu düşüncelere gark etmiştim ki arkadaş kolumdan tutup ileri çekti. “Adam ters ters bakıyor oğlum az ileri gidelim” dedi. “Ben de kötü bi niyeti yok da kalpli geçiş aklımı karıştırdı.”dedim.  Anlamadı ya da anlamazlıktan geldi. Çünkü o da işten kaçıyordu biliyorum. Biraz ilerledikten sonra tekrar izlemeye döndük. Kadın hala nefes almamıştı. Sürekli konuşuyordu bense hayati tehlikesinden korkuyordum. Adamda hala tık yoktu. Böyle günler için kıyıya köşeye ayırdığı bir iki kelime olur oğlum insanın. Ne yaptın sen müdür, şimdi gidip sufle de veremezsin adama kız görür falan. En azından şöyle mazlum bi şekilde dudaklarından seni seviyorum lafı dökülse kız yumuşayacak en azından bir-iki saniye kazanıp nefes alacak. Sonra bayılır falan suni teneffüs yapmayı da bilmiyorum ama denerim yine.

  Kadın iyice körükledi kavgayı. Küfür falan etmeye başladı. Ağzına yakıştıramadım. Bizim mazbut oğlan hala konuşmuyordu. Bi seni seviyorum de lan, kadınlar hemen tav olur böyle şeylere ki kadınlardan anlamayan bir erkek olarak söylüyorum bunu. Ben adamın haline acırken beklenen oldu.  Adamın ağzından seni seviyorum kelimeleri döküldü. Ama ne dökülmek resmen çağlayan gibi güruh güruh döküldü. Bağıra bağıra söyledi. Meğer bizim oğlan mazbutluktan değil de içinde biriktirdiğinden böyle suskunmuş. Bir anda çıksın tam çıksın demiş. İçinden 5+1 ya da 4+4+4 çıktı tam emin değilim zaten sayılarla da aram pek iyi sayılmaz. Öyle bi bağırdı ki ses resmen İstiklal’de yankılandı. Kulağı çınladı sanıp avucuyla kulağını ovuşturanlar oldu abartılı. Ses tabi inler zaminiyüm bomboş cadde. Bütünse öğlen yapsana bu hareketi. Beş saniye şaşkınlıktan sonra hemen kıza baktım. Kız susmuştu ama hala nefes almıyordu. Söyleyeceği son iki kelime nefes borusunu tıkamıştı adeta. Tabii kelimeleri ikişer ikişer söylersen böyle olur.  Bu sefer adam başladı saydırmaya. Gazını alamadı 6 farklı vurguda seni seviyorum hatta “Seni seviyom” dedi. Bu yazı yazarken de herkesi herkez diye yazıyordur bu kızı hak etmiyor bu adam diye düşünüp kadına hak vermeye başladım adam çirkinleştikçe. Gerçi bana neyse. Adam altıncı “seni seviyom”undan sonra repertuarında bulunan diğer kelime kalıplarına geçti. “Daha napayım?” sorusunu da 4 farklı ses tonunda kendi tarzıyla “Daha napam?” diye sorusunu kadına yöneltti. Kadın buz gibi duruyordu. Belli ki adamdan böyle bi performans beklemiyordu. İyice gaza gelen adamımız dördüncü “daha napam”ından sonra belli ki söyleyecek başka söz bulamadı. Bir anda “Amuda mı kalkayım lan inandırmak için?” dedi. Ne de iddialı bir sevgi ispatlama biçimi. Yok artık o kadar da değil dedim. Adam bir anda amuda kalktı. Sanki kız istemiş gibi bir de “Al bak kalktım oldu mu istediğin?” dedi. Cümlesinin yarısında yere düştü. Demek ki ya çok sevmiyordu ya da idmansızdı. Daha önce kaç kız için amuda kalkmıştı acaba. Güzel yöntem aslında. Seviyorum, inanmıyor musun? Şak amut. Ama tabi benim gibi bi adam için zor işte. Prova falan yapmak lazım. Vakit ayıramam. Ben bu amut karşısında kızdan da iyice artistlik bir hareket bekliyordum. Ne bileyim bi takla ya da en azından ortaokuldan kalma bi ront hareketi.  Adam kıza fırsat vermeden orayı burayı tekmelemeye koyuldu.  Üstünü çıkartıp yere attı, duvara basıp havada X yaptı, hatta son yaptığı figürü Kuğu Gölü Balesi’nden hatırlar gibiydim. Adam iyice işi kendi şahsi şovuna çevirmişti olayı. Caddenin boşluğundan istifade. Sonra o da ağzını bozmaya başladı. Anladım ki gazı alanların bir müddet sonra ağzı küfre kayıyor ve küfürden sonra sıra karışı tarafa geçiyor. Kadından bi atak bekledim. Kadın ağladı. Sadece ağladı. İçim parçalandı ve tekrar taraf değiştirmek üzereydim ki “Aslında sakince konuşursak çözebiliriz.”dedi benim gözümde bitti. Ulan madem sakince konuşacaktın İstiklal’in ortasında ne diye adamın başının etini yiyorsun. Ne diye küfürler savuruyorsun. Bi de sanırım bu suskun kaldığı süre içinde beynine oksijen gitmedi ve dördüncü “Seni seviyom” (ki dördüncü en sert tonlamaydı.) narasından sonrasını kaçırmıştı. Tüh be amudu görmedi mi acaba? Neyse bunlar beni ırgılamaz da olayın gidişatını iyice merak etmiştim. Adam da kız da sustu. Büyük bi öpüşme bekledim. Öpüşürlerse 3 kişi etraflarını sararız alkış tutarız diye düşledim. Bu kadar uzun suskunluktan sonra yeni bir kelime bulamazlar öpüşürler diye düşündüm. Ben olsam bulamazdım öpüşürdüm. Lan benim sevgilim olsa ben zaten öpüşürdüm ne diye kavga edeyim.  Kendi kendime adama içerlendim, lan bulmuş bi de bunuyor. Arkadaş da benzer müstehcen bir atasözü mü desem, deyim mi desem, özlü söz mü desem, öyle bir şey söyledi işte. İlk defa bu sözün doğru yerde kullanıldığına şahit oldum. “Terbiyesizleşme” dedim “Ciddi bir ortamdayız.”

  Seçim sonuçlarını bekler  gibi heyecanlıydık.  Sanki ucu bize dokunacaktı olayın. Sanki kız biz şahit olduk diye arkadaşlarından bize ayarlayacaktı. Zaten arkadaşlarımdan birinin Bursa’da sevgilisi vardı. Kulağına giderse fena olurdu. Seçim sonuçları açıklandı. Açılan dudak sayısı bir çıkan kelime sayısı üç idi. Adam ağzını açıtı ve “Senin gibisi çok” dedi.  Yıkıldım. Döndü arkasına gitti sonra tekrar geri dönüp üstünü aldı yine gitti. Kız hala ağlıyordu. Bir gecede iki gidiş fena koymuş olsa gerek.  Öylece durdu Borusan’ın önünde şirket adına yapılmış bir heykel misali. Sonrasını bilmiyorum ayıp olmasın diye izlemedik.

  Ayaklarımız ağrımıştı ve ilk bulduğumuz bara oturup içine bira konmayı unutulmuş sularımızı içecektik. Parlak fikirli arkadaş hemen bir fikir ortaya attı:
“Kızı alsak da küçük Beyoğlu’ndaki bara mı gitsek” dedi.
“Hayvanlaşma” dedim. “Kız üzgün bu halde gelemez öyle yerlere. Hem bi damla üçümüzü almazlar içeri.”
Dam kelimesine yeniden aklım takılmıştı ve sevgilim olsa ben de öyle yerlere götürmezdim. Birbirinden anlamsız 12 kelimeyi art ardına düzensiz bir şekilde sıraladım. Zaten düzene koyup bir cümle de oluşmuyordu.  Benim kendime ait bir düzensizliğim var bunu bozamam.
(Fuat, öyle, seri, cambaz, Özkan, sevgili, zahir, Mazhar, dam, saat, taksi, beş)
os-man

0 yorum:

Yorum Gönder